İskenderiye kütüphanesindeki büyük yangından sadece bir tek kitap kurtulmuş. Yanmaktan kurtulan bu kitap içerik açısından pek de mühim bir kitap değilmiş. Bir zaman sonra bu kitabı bir adam bir şekilde satın almış. Kitap içerik açısından önemli bir kitap değilmiş ama kitabın sayfaları arasında bulunan küçük bir kağıt parçasında ilginç şeyler yazılıymış. Adam bu yazıyı okuduğunda Nil nehrinin kıyısındaki taşların arasında büyülü bir taşın olduğunu öğrenmiş. Taşın özelliği ise dokunduğu her şeyi altına çevirmesiymiş. Milyonlarca taşın içinde o taşı bulmak hayaline kapılan adam için en önemli bilgi ise yazının son satırlarında gizliymiş. Bu taşı diğer taşlardan ayıran en büyük özellik ise bu taşın diğer taşlara göre sımsıcak olmasıymış. Adam büyük bir heyecanla bu işe koyulmak amacıyla varını yoğunu satmış ve Nil nehrinin kenarında kendine bir yer yapmış ve başlamış büyülü taşı aramaya. Kolay değil tabi milyonlarca taş. Onları tek tek ayıklayacaksın ve büyülü taşı bulacaksın. Adam başlamış kıyıdaki taşları tek tek kontrol etmeye. Amacı büyülü taşı diğer bir deyişle en sıcak taşı bulmakmış. Eline aldığı taş sıcak değilse Nil nehrine atıyormuş adam. Tabi günlerce binlerce taşı bu şekilde nehre atınca adam o kadar hızlı hale gelmiş ki taşı eline alması ve sıcak mı soğuk mu olduğunu anlaması ve nehre atması bir oluyormuş.
Neyse günlerden bir gün adam yine taşları çok süratli bir şekilde eline alıp nehre atarken nice zamandır aradığı sıcak büyülü taş birden eline geçmiş fakat adam o kadar hızlı davranıyormuş ki o sıcak taşı da bir refleks olarak Nil nehrinin derin sularına atmış bulunmuş.
Biçare adam Nil nehrinin derin sularına attığı bu taşı öykü bu ya asla bulamamış.
Kıssadan hisse çıkarmaya çok meraklı biri değilim. Çünkü ben kıssanın kendisinin bir hisse olduğunu düşünüyorum. Eğer yaşam bizi bir öykü ile karşılaştırmışsa bundan bile alınacak dersler vardır. Hayatımızı belli amaçlar için o kadar hızlı bir şekilde yaşıyoruz ki bu hız çoğu zaman bizi amacımızdan ediyor. Diğer bir deyişle hedefler ulaşmak için kazandığımız hız tıpkı öyküdeki gibi hissetmemizi engelliyor. Hissetmeden yaşamaya başlıyoruz. Üstelik amaç olarak edindiğimiz şeyler de aslında hayatın kendisinden daha değerli şeyler değilmiş, bunu bile nice zaman sonra anlayabiliyoruz.
Mesela annenizle gerçekten sizi ve onu mutlu eden dakikalar geçiriyor musunuz? Çocuğunuz için çok önemli olan bir işi onu mutlu etmek dolayısıyla kendinizi mutlu etmek amacıyla yerine getiriyor musunuz? Ya da yeşillik bir alanda masmavi gökyüzüne susamış birinin kana kana su içmesi gibi bakabiliyor musunuz? Ya da bir kelebeğin çiçekler arasında keyifli bir şekilde uçarken aslında bir şarkı söyleyerek gezdiğini fark edebiliyor musunuz? Toprağın, samimiyete çok benzeyen kokusunu ciğerlerinize doldurabiliyor musunuz? İki kişinin kolları arasında ya da birinin sırtında gitmek zorunda olmadığınızı bu işi kendi kendinize yapabildiğinizi hiç düşündünüz mü?
Evet hayatta çok anlamlı ve değerli şeyler var gelin görün ki hayatın hızı bunları görmememize ve hissetmememize neden oluyor. Bunun için ben derim ki; lütfen biraz yavaşlayın ve hissedin. Hızın bizden aldığı şeyleri yavaşlayarak ondan geri alalım. Hissedelim. Görelim. Fark edelim.
Günün birinde sizden bu fonksiyonlarınız alındığında anlattıklarımı anlamak zorunda kalmayın. Bugün anlayın. Bugün yapın
Dünya geldiğimiz yer değil, geçtiğimiz yerdir
Enver NUGAY